31 Ocak 2011 Pazartesi

Yemek Yemeyi Seven Kişiler Zayfıtır

Ne garip bir başlık değil mi? Böyle yazınca çok saçma olduğunu düşünebilirsiniz. Bir insan hem yemek yemeyi severken hem de nasıl zayıf kalabilir ki? Bu sorunun cevabını bugün öğrendim ve çok mantıklı göründü bana, bakalım siz de öyle düşünecek misiniz?

Rejim yapmak çok zor, yaşamayan bilmez. Sabah kibrit kutusu kadar peynir, ara öğünde 3 badem, 1 kayısı, öglen salata, akşam ızgara tavuk. Yazarken içim daraldı. Saçmalık, allah kimseyi rejim yapmak durumunda bırakmasın. Ben rejim ihtiyacım olan dönemlerde bu şekilde yapamıyorum, kolayı seçiyorum ve çok çok az yiyorum. Mesela akşamları aç sefil yatıyorum, 3 gece midem kazınarak uyuduğumda direk zayıflıyorum. Tabi sonradan kömüş gibi yememek gerekiyor. Vermem gereken kilo miktarı az olduğu için bu taktik işe yarıyor. Ama mesela 20 kilo vermem gerekseydi, kısa süreli açlıkla kilo vermek mümkün olmazdı.

Neyse, bir arkadaşım var, kendisinin çok kilo vermesi gerekiyor. Dönemsel olarak rejime giriyor, 1.ayın sonunda bıkıyor, biraz kilo vermişken rejimi bırakıyor,sonra hoppp yeniden aynı kiloda.
Korkunç bir kısırdöngü içinde yaşayıp gidiyordu. Taa ki değişik bir diyetisyen ile karşılaşana kadar.
Bu diyetisyenin tarzı çok farklı.

Şişman insanların kontrolsüzce yemek yediğini, ne yediğini bilmeden lokmaları hızla ağızlarına attıklarını düşünüyor. Hatta sırf bu nedenle çocuklara TV önünde yemek yedirmeyin, ilerleyen yaşlarda obeziteye kadar giden kilo sorunları yaşayabilir diyor uzmanlar.
Bu diyetisyene göre yemek bir rituel, sonuna kadar tadına varılması gereken bir seans. Yavaş ve küçük lokmalar halinde, ne yediğini farkederek yiyin diyor. Az yiyin ama istediğiniz her şeyi yiyin. Düşünerek, zevk alarak, tadına vararak diyor. Eğer yemekhanede o gün çıkan tatlı sevdiğiniz ve iyi yapılmış bir tatlı değilse, sırf yemiş olmak için yemeyin diyor. Bu da demektir ki bizim yemekhaneden tatlı yenmez. Bir de akşam 20:00 sonrasında kesinlikle bir şey yemeyin, ne meyve, ne sebze, ne de tabi ki abur cubur.

Yemek yemeyi seven kişiler, bunu tadına vararak yaptıkları için karınları doyunca farkedip yemeyi kesiyorlar. Oysa bilinçsizce yemek yiyen kişilerin karnı doyunca beyne"doyma" sinyali gitmiyor ve yemeye devam ediyorlar.
Bu paylaşım sonrası bende bir aydınlanma oldu. Akşam eve gelince biraz pilav ve biraz da kıymalı bezelye yemeğini zevk alarak yedim. Sonra bir tane de mandalina yedim, görseniz bir tokum bir tokum şimdi.
Hadi bakalım hayırlısı...

28 Ocak 2011 Cuma

Kendinden Vazgeçmek

Son zamanlarda farkettiğim bir şey beni gerçekten dehşete düşürüyor.

Kesinlikle genelleme yapmıyorum, mutlaka bu şekilde olmayan insanlar var.

Ama ögle yemeği sonrası kahve içerken ve geyik yaparken gözlemliyorum ki; kadınlar, özellikle de çalışan zavallı kadınlar, çocukları olduktan sonra onlarla uğraşmaya, tüm boş vakitlerini onlara ayırmaya o kadar alışıyor ki, herhangi bir T anında artık çocuk kapsama alanının dışına çıkınca sudan çıkmış balığa dönüp, kalan boş vaktini nasıl geçireceğini bilemiyor.
Çocuğu olmadan önce, renkli olduğunu söylediği bir hayatı vardı. Kocası ile başbaşa sinemaya gider, arkadaşlarıyla gece dışarı çıkar, spora gider, hatta sosyal yardım kuruluşlarına bile zaman ayırırmış. Ayırırmış diyorum çünkü ben bu dediklerini yaptığını hiç görmedim. Sonra bebeği olmuş, minnak yavrusuna kendini o kadar adamış ki, bebeği 5 yaşına gelene kadar 1 gece bile ondan ayrı kalmamış.
Hatta 10.evlilik yıldönümlerinde, kocası ile kalacakları on numara suit otel odasına üçü beraber gitti. Bu olayın trajik kısmı bence. Neyse gel zaman git zaman, oğlancık 5 yaşını bitirdi ve geçen yaz tutturdu “ben ananemlerin yazlığında kalmak istiyorum” diye.

Çocuğu orada bırakıp karı koca İstanbul’a döndüler. Asıl travma o noktada başladı. Kadıncağız özgürdü evet ama yapacak bir şey bulamıyordu. 10 günün sonunda bana “Doruk olmadan zamanımı nasıl geçireceğimi bilmiyorum, arayacağım ve kız kıza dışarı çıkabileceğim hiçbir arkadaşım kalmadığını farkettim, sanırım 2.çocuğu yapmamın zamanı geldi” diyince benim için söz orada bitti.
 İşin komik tarafı ise şu: Anne, İstanbul’da “oğlum da oğlum” diye inlerken, çocuk Çeşme’de annesini anmadan mutlu mesut deniz girip duruyormuş. Bizim anne iyice depresyon oldu bunu öğrenince.
Kesinlikle kimseyi yargılamıyorum, hatta çok da iyi anlıyorum. Kendin olarak kalabilmek ve kendini bir insana adamak, mutluluğunu, üzüntünü, heyecanını bir başka insana bağlamak arasındaki çizgi o kadar ince ki, insan çizginin öteki tarafına geçince artık aynı kişi olamıyor.
Evlatlarımızın varlığı elbette ki hayatımızı değiştiriyor, elbette ki hayata bakışımızı da değiştiriyor, zor olsa bile çok hem de çok keyifli bir meşgale, hatta yaşam amacı.
Ama yaşamının tek amacı haline gelmemeli çünkü ne yazık ki çocuklarımızın bizim onlara bağlı olduğumuz kadar bize bağlı olamıyor. Yaşamın doğal düzeni gerçek sevgiyi tek yönlü kılıyor. Tüm sevginin ötesinde, insan kendisine olan sevgisini kaybetmemeli.

12 Ocak 2011 Çarşamba

Gelecek, Gelmesin Hemencecik

Çok sevdiğim bir yazısı var Ece Temelkuran'ın. Nar Kalpler başlıklı.
Diyor ki bu yazısında: "Sıradan insanlarız biz, en zoru bizimkisi. Limon kokulu çöp torbaları, kirece karşı çamaşır makinesi tozları, banka kredisinde yüzde 0.1'lik faiz indirimi pazarlıkları, çok erken sabah servisi saatleri, üçlü saç bakım setleri, gece "chat"lerinde zayıf bir "Paris'te Son Tango" ihtimali..."

Benim motivasyon kaynaklarım ne diye düşündüm, 19 Mayıs'da ne yapacağım, yaz tatilinde nereye gideceğim, Film festivalinde hangi filmleri göreceğim konuları.
Sürekli geleceğe yönelik planlar, önüme hep bir "sonraki adım" koyarak mutluluğu ona bağlamak.
Şimdilerde 19 Mayıs seyahati planlama peşine düştüm, henüz Ağustos ayındaki yaz tatilini düşünemiyorum , sadece arada aklıma geliyor.
Geleceği planlıyoruz sürekli ve sürekli. Hedefler koyuyoruz kendimize. Ev kredisini biteceği, yaz tatiline gideceğimiz, bayramda ne yapacağımız yönünde. Hep geleceğe yönelik, hep ileriye dönük.
Sonra durup düşünüyorum. Ev kredisini 63 aydır ödüyoruz, önümüzde kaldı 21 ay. O bitince ne olacak?
Ne olacak biliyor musunuz? Ömrümün 7 yılı bitmiş olacak.
Gelecek gelsin istiyoruz, ama geleceğin gelmesi artık yaşlanmak demek.
20'li yaşlarım bitti. 30'lardayım. Geleceği planlayarak bugünlerimi kaybetmek istemiyorum.
Evet 19 Mayıs'da Fransa'ya gitmek istiyorum ama 19 Mayıs hemencecik gelmesin, o zamana kadar geçen zamanın tadına varayım istiyorum. Ev kredim hemen bitmesin, yaz tatili hemen gelmesin. Hem bak kış da güzel. 12 Ocak çok güzel bir gün.Hemen haftasonu olmasın. Cumayı iple çekmeyeyim. Bugünü yaşayayım. Bu anın tadını çıkarayım