25 Ekim 2010 Pazartesi

Görmek İstediğim Gibi


Dünya, ben nasıl görmek istiyorsam öyle...


Havayı güzel görmek istediğimde, hava mis gibi, soğuk da olsa şeker gibi, sıcak da olsa şeker gibi, yağmur da olsa şeker gibi.

İşimi iyi görmek istediğimde, işim on numara.

Şehri huzur dolu görmek istediğimde, burası bir cennet.

Arkadaşımı duyarlı görmek istediğimde, o en empatik kişi.

Saçlarımı pırıl pırıl güzel görmek istediğimde saçlarım harika.

Geleceği parlak görmek istediğimde, gelecek umut dolu.

Kendimi şanslı görmek istediğimde şanslıyım.

Mutlu olmak istediğimde mutluyum.

Öfke, umutsuzluk, gerginlik, endişe, tüm bu olumsuz duygular ben istediğim için var.

E madem öyle, istemesem bu duygular olmaz mı?
Hayat bu kadar kolay olabilir mi?

19 Ekim 2010 Salı

Küçük Lüks Şeyler

Bazı ufak şeyler (veya hangi açıdan baktığına bağlı olarak büyük şeyler) yaşam kalitemizi artırır, bizi bizden alır bir adım yukarı taşır. Bunlar için çok büyük paralar harcamanız gerekmez büyük olasılıkla, ama yine de edinilmesi zordur, şartların değişmesi gerekir. Mesela;

Evinin işine yakın olması: İstanbul'da doğup büyümeme rağmen, her gün ayrı şoka giriyorum. Ne büyük bir şehir burası, gidiyorsun ve bitmiyor. Gebze-Beylikdüzü arasında yaşayıp/çalışan insanlar var. İşte böyle düşününce kendimi Paul Auster'in "Son Şeyler Ülkesinde" ki gibi hissediyorum. Böyle yönetilmesi imkansız bir durumun içerisindeyiz. Ömrümüz yollarda tükeniyor, olumlu bir insansan; yolu uyuyarak , kitap okuyarak veya müzik dinleyerek geçiriyorsun ve mutlu olma gayreti içine giriyorsundur. Bu yaşam şartlarında işinle evinin arası 15 dakika sürüyorsa bil ki şanslısın. Hatta dur dur yanlış söyledim, bil ki çok şanslısın.

Evinin asansörlü olması: Her gün merdivenle 5 kat inip çıkmıyorsan, eşya taşımak senin için bir işkence değilse, sürekli Kangurum.com'dan sipariş vermek durumunda değilsen bil ki çok lüks bir hayatın var. Evet evet gerçekten lüks.

Bense bu açıdan bakınca gayet sefil bir yaşam sürüyorum, evimin işime yakın olacağı, pııttt diye asansörle yukarı çıkacağım günleri hayal ediyorum. Tabi bu konuda hiç aksiyon almıyorum o ayrı, ama gün gelip aksiyon alacağımı biliyorum, umut ediyorum

16 Ekim 2010 Cumartesi

Rol


Kadınlarla erkeklerin temel farklılıklarından birini anlatmıştı bir arkadaşım:
Bir erkeğe, bir sorun anlattığımızda mutlaka bir çözüm üretmeye çalışırken, bir kadın sadece dinlermiş. Bir kadın için o sorunun paylaşılması, sadece "paylaşma amaçlı" iken bir erkek için "çözüm üretme" amaçlıymış.

Bu lafın üzerine kadınlarla erkeklerin soruna karşı tepkilerini ölçmeye, belleğime kaydetmeye başladım. Çoğu kez de bu tezin doğruluğunu gördüm. Mesela bana bir sorun anlatıldığında, eğer "nasıl çözmeliyim?" diye sorulmuyorsa, demek ki sadece dinleyip, kendisini rahatlatmam için anlattı diye düşünüp fikrimi beyan etmem. O anki anlatış tarzından, nasıl bir ihtiyaç sonucunda bana anlattığını düşünür ve ona göre hareket ederim.

Oysa eşime bir sorun anlatıldığında illa ki bir çözüm üretmeye çalışır, hatta üretemiyorsa morali bozulur, bende bu sorunun çözümü yok bile diyebilir.

Erkeklerin bu şekilde davranmalarını benimsedim, kadınlarınkini de benimsedim.
Benimseyemediğim ise beklediğimden farklı davranan kadınlar, erkekler.

Mesela tanıdığım bir kadın, erkek gibi mübarek :)
Kendisine bir paylaşım yaptığımda, amacım çözüm önerisi dinlemek olmasa da, hemen çözüm bulmak için kendini paralamaya başlıyor ve işte ben tam da bu noktada çok sıkılıyorum.

Laf olsun diye ona anlattığımı, aslında çözüm beklemediğimi filan geveliyorum ama anlatma hevesim de kaçıveriyor.

Sanırım insanlara bazı roller biçiyorum ve o roller çerçevesinde oynuyorum. Beklediğim rol oynanmayınca da sinir oluyorum.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Ben Böyleyim


İş yerinde yeni işe başlayan kişiler benim "soğuk", "havalı", "mesafeli" ama bir o kadar da "güçlü" olduğumu söylüyor kanka olduktan sonra.

Hiç göründüğü gibi değilmişim. İlk başlarda mesafeli duran, ayrıca halim tavrım nedeniyle havalı görünen, kısacası artizz diyeceğimiz bir halim varmış.

Bu nedenle ilk başlarda bana yanaşmaya çekinmişler. Ama zaman geçtikçe, gerçek beni tanıdıkça, aslında hiç göründüğüm gibi olmadığımı, samimi, içten, sıcak ve kendi çapımda komik olduğuma kanaat getirmişler.

Bizim bölümde kim işe başlasa bir süre sonra bana bu cümlelerle geldi, gerek içki masasında, gerek çay sefası esnasında itiraf.com modunda takılırken bu düşüncelerini öğrendim arkadaşlarım.

Sonra da hep düşündüm, "neden böyle düşünüyorlardı?" diye.
Sanırım buldum: ben insanlarla kısa sürede samimi olmayı sevmiyorum, sanırım kırılmamak için ilk başta uzak duruyorum, mesafe koyuyorum. Bu nedenle de ilk tanıştığım zaman genelde kişilerin kötü yanlarına konsantre oluyorum, uzak duruyorum, bekliyorum.

Zamanla yakınlaşıyorum, zamanla kalbimi açıyorum. Ama bir kez de güvendim mi, kalbimi açtım mı, bir daha kopmuyorum, o kişiye yapışıveriyorum. Ondan sonra yakalarına yapışıyorum, seviyorum, konuşuyorum, dalga geçiyorum falan.

Neyse işte ben de böyleyim, sanırım bu özelliğimle yaşamaya devam edeceğim.

Bu yazı nereden mi aklıma geldi? Bizim bölümde yeni bir çocuk işe başladı, muhtemelen farkında olmadan çocuğa öküz gibi davranıyorum, bakalım ne kadar zaman sonra bana bu cümlelerle gelecek??
Not: Tabi arkadaşım olamayacak biri olduğunu düşünürsem hiçbir zaman bu cümleleri kurmayacak, hep soğuk olduğumu düşünecek ama ben bunu hiç umursamayacağım.
Du bakalım!