30 Kasım 2009 Pazartesi

Bu Otele Bayıldımmm


Bir otel bu kadar mı sevilir???
Konsept olarak 5 yıldızlı oteller ve tatil köyleri bizi açmaz, tatillerde butik otel, pansiyon, küçük otel tadında yerleri seçeriz. Her şey dahil sistem tatil köyleri, bir sürü yüzme havuzu, restoran, bir yerden bir yere ulaşımın güçlüğü, yemeklerin kalitesi gibi nedenlerle tatil köyü diyince derhal "kaç kaç kaç" deriz.
Bu kez bayram tatili için, son gün karar verdik, biletlerimizi aldık ve dedik ki Antalya'ya gidelim.
Aslında benim hiç niyetim yoktu, malum 6 aylık hamileleyim, havaalanlarında domuz gribi olurum diye korkuyordum ve tabi ki çok üşeniyordum. Neyse sonuçta ben de ikna oldum ve Antalya'da Hillside Su Otel'e rezervasyon yaptırdım.
Bizi havaalanında karşıladılar, hiç rötarsız otele girdiğim anda bu otelin hastası olacağımı anladım.
Tam benlik bir tasarım, her yer bembeyaz, nefis bir lobi...
Gitmeden resimlere bakmıştım tabi, ama o ortamda bulununca daha da çok sevdim.
Bir kere personel süper kaliteli, herkes güleyüzlü, yardımsever ve saygılı. Ufak bir otel olduğu için hangi restoranda yesek ki stresi yok.
Spa'sı çok huzurlu, masaj yaptırdıktan sonra bembeyaz uzanma koltuklarında harika bitki çayları yudumluyorsunuz.
Hava da nefisti, 29 Kasım itibariyle denize girdim.
Odalar desen bambaşka, hiç lüks yok ama süper tasarım, son derece sade, ışıklandırma harika, 3 tarafı ayna.
Çocuklu aileler oldukça fazlaydı ama ortamdaki huzurdan mıdır nedir çocuklar pek sakindi.
Hiç istemeyerek gittiğim bir tatilden dönerken "umarım tekrar gelebilirim" düşüneceleriyle otelden ayrıldım.
Kısacası, sevgiliniz varsa, sevgiliniz yoksa, evliyseniz, çocuğunuz varsa yani her durumda bu oteli görmenizi tavsiye ederim.

24 Kasım 2009 Salı

Biri Bana Yardım Etsin!!


Sorumluluk duygumdan hoşlanmıyorum...
Yapmak zorunda olduğumu hissettiğim ama aslında çok da istemediğim şeyleri yapmaya çalışırken sıkıntı yaşıyorum: yapsam bir türlü, yapmasam başka türlü.

Mesela, bayramları aslında seviyorum, aile ziyaretlerini de seviyorum ama bir noktadan sonra çok yoruyor.
Önümüz bayram, sağolsun çok sevdiğim akrabalarımın beklediği bayram rutinini izlersek bayramımız böyle geçecek:


1.gün: Sabah kahvaltısında kayınvaldemin evinde eşimin ailesiyle buluşmaca, saat 13:30 civarlarında buradan ayrılıp anneanneme geçiş. Burada tüm anne tarafım toplaşır ve 15:00 civarında bayram yemeği yenir, ardından çay içilir, saat 17:30 olur. Buradan ayrılırız eşimin teyzesinin evine atarız kendimizi. Eve geri döndüğümüzde midemde çikolata, börek, kek, dolma gibi bilimum yiyecekler dolanır durur. İlk gün böyle biter.
2.gün: Sabah kalkılır, azıcık evde dinlenilir, saat 14:00 gibi yollara düşülerek, nedense hep kötü olan bayram trafiğinde 2 saatte karşıda oturan amcamlara gidilir, orada diğer amcamlarla buluşulur, 17:00 gibi kalkılır, yine 2 saatte eve dönülür, akşam 19:00 sonrası serbest zaman.
3.gün: Aslında diger amcamlar bizi bekler, ancak onlara gitmemek için bir yöntem düşünülür. Bazen gidilir, bazen gidilmez.
4.gün: Dileyenler için ekstra İstanbul gezisi veya serbest zaman


Offf, yazarken bile içim şişti.
Bu nedenlerle bayramlarda sıklıkla uzaklara kaçıyoruz. Bu bayram için henüz bir programımız yok ama zaman daraldıkça stres katsayım artıyor. Özellikle de 2 saatlik trafik yolculuğunu düşününce.
İşin kötü tarafı, büyükler gelmemizi bekliyor, gidersek içim şişiyor, gitmezsek vicdanımmm

Bunun bir çaresi yok mudur??

15 Kasım 2009 Pazar

"İSİM"'lerimiz ne kadar önemli??


Hamile olduğumu öğrenince eşimle bir karar verdik: Bebek kızsa ismini ben koyacaktım, erkekse o koyacaktı.

Aradan bir ay geçmeden bir kız ismi bulmuştum, üstelik bu ismi eşim de onayladı.

Tabi o dönemde arkadaşlarımın tavsiyesiyle hemen Çin Takvimi'nden cinsiyetine baktım. Bu takvim son derece mantıksız olmakla beraber %90 olasılıkla doğru çıkıyormuş. Takvime göre bebek "kız" çıktı. Ben tabi, olley diyerekten dolaşmaya başladım.

Kontrol etmek mahiyetinde sağa sola da sordum, herkesin çocuğunun cinsiyeti takvime uygun gidiyordu.

Nitekim 14.haftada kontrole gittik, bende bir heyecan bir heyecan. Gerçi biliyorum ki doktor kız diyecek. Doktorum da sağolsun, ultrasondan bakar bakmaz "evett, bir oğlan geliyor" demez mi?
Doktora 3 kez emin misiniz diye sordum ve ona Çin Takvimi'nden bahsettim :)

O günden sonra sanki en önemli şey buymuş gibi erkek ismi araştırmaya başladık.

Bir yandan bu sorumluluğu eşime vermiştim, ama onun seçtiği isimleri de hiç beğenmiyordum.

Benim de kararım sosyetik ve son moda bir isim yerine sıradan bir isimden yanaydı.

Ama yine de uzlaşamıyorduk. Bu konuda uzun süre değerlendirme yaptık ve bir kısa liste oluşturduk.

Heralde saatlerce tartışmışızdır, çocuğu nasıl yetiştireceğimiz hakkında bu kadar konuşsak bizim çocuk kusursuza yakın bir insan olabilir diyim ben size.

Sonuç itibariyle hala bir ismi yok!! Korkarım ki doğumdan sonra orada bulunan herhangi biri garibana bir isim koyacak :)

Aklım başımda olursa kendi beğendiğim ve eşimin seçmediği isimler listesinden bir isim seçip oldu bittiye getirebilirim sinsice :)

Bir yandan da şunu düşünüyorum: isim çok mu önemli? İsmimiz ne olursa olsun zamanla o isimle özdeşleşiyoruz ve çok korkunç bir isim olmadıktan sonra kimse de "aaa ne berbat" isim demiyor.

Yani çocuklarla ilgili düşünülecek daha önemli şeyler var :)


13 Kasım 2009 Cuma

Başka Biriymiş Gibi Olmak


Canınız sıkıldığı zamanlarda, bunaldığınızda, kendinizi üzgün hissettiğinizde ya da bazen durup dururken, kendinizi başka bir hayatın içinde düşlediniz mi hiç?

Benim böyle zamanlarda kaçış olarak kurgulamış olduğum bir hayat var !!

Bu hayatı yıllar önce hayal etmiştim ilk kez, sonra geçen yıllarda hayalim hiç değişmedi.

Hani kişisel gelişim eğitimlerinde insanlara söylerler ya: "canınız sıkkın olunca kendinizi mutlu olduğunuz yerde düşleyin, göreceksiniz rahatlayacaksınız" şeklinde.

Hayalimde Paris'de yaşıyorum. 22 yaşındayım. Evim böyle 5 katlı bir binanın çatı katı.
Camın önünde ahşap bir masa var. O masada oturup çalışırken arada dışarı, binaların tepelerine bakıyorum. Paris hep biraz puslu, ama hiç yağmur yağmıyor.
Her sabah evden çıkıyorum, sürekli aynı cafede "croissant" veya benzeri bir şey yiyorum ve mutlaka kahve içiyorum.
Sonra metro ile işe gidiyorum. İş yerinde az kişi çalışıyor. Mesela 10 civarında.
Ne iş yaptığımı hayal edemedim hiç :) Heralde hayallerimin işini henüz keşfedemediğim için.
Akşam olduğunda arkadaşlarımla bir kadeh şarap içeceğim bir yere gidiyorum, peynir yiyorum bol bol.

Bu hayalimi insanlardan bunalınca kuruyorum genellikle. Mevcutta tanıdığım hiç kimse hayalimde yok. Bireysel ve yalnız bir hayat yaşıyorum.

Gerçekte ise yalnız yaşamayı bilmiyorum, akşamları yalnız kalmayı pek biliyor sayılmam.

Mutlu olur muyum acaba? Sanırım çok mutlu olamam.


Ama hayal kurması güzel, hem de çok dinlendirici...

10 Kasım 2009 Salı

Yazık! Dediğim İnsan Profilleri


Hayatla barışık olmayan insanlar:

Çevresindeki her şeyle ve herkesle savaşan insanlar bu konumdadır. Sürekli bir memnuniyetsizlik ve doyumsuzluk yaşarlar, herkesin söylediğinden kendilerine pay çıkarıp içten içe küserler, tepki gösterirler. Başlarına bir şey geldiyse bu mutlaka karşı tarafın suçudur.


Yapmış olmak için yapan insanlar:

Hayatında yaptıkları hiçbir şeyin gerçekten değeri yoktur. O günkü koşullarla onu yapması gerektiği için yapmıştır. Evlenme yaşı gelince "evlendim" demek için evlenirler, çocuk sahibi olma yaşı gelince "çocuğum da oldu" demek için çocuk sahibi olurlar. Haftasonu gezmiş olmak için ailece yemeğe giderler, kitap okudum demek için bir kitaba bakarlar. Burada bahsettiğim "Mecbur olmanın ötesinde" bilinçaltında hissedilen bir zorunluluk hissi.


Kendini olduğundan çok üstün gören insanlar:

Bu kişilere de yazık, bunlar kendini üstün görür, çevresini ise daha aşağı. İş yaşamında sık sık karşılaşılır bu kişilerle. Gerçi ben şanslıyım, çevremde böyle insanlar çok yok, ama arasıra karşılaşmam bile sinir stres sahibi olmama yetiyor.


Sanırım bu türler dışındaki tüm insanlara kapım açık :)

3 Kasım 2009 Salı

Çocuklar ve Ben


Hayatımın hiçbir döneminde bebekler ve küçük çocuklarla yakın bir ilişkim olamadı. Nedenini bilemiyorum ama ben bir çocuğu çok sevsem de o bana çok yaklaşmazdı. Ben de bir süre sonra o çocukla ilgilenmemeye başlardım. Belki de "yaşasın çocuklar" diyen biri değilim ben ve çocuklar bunu hissediyor.


Şu anda ise 5 aylık hamileyim ve her şey yolunda giderse küçük bir erkek bebeğim olacak.
Düşündükçe bile heyecanlanıyorum son günlerde. Dünyada hiçbir çocuk bana bayılmamış olsa da benim küçük oğlum bana bayılacak, en azından büyüyene kadar...


Bugün detaylı ultrasona girdik ve küçük canlının organlarına, bedenine, kalbine, beynine hep birlikte baktık. Nasıl da büyümeye çalıştığını düşününce o kadar şaşırıyorum ki, inanasım gelmiyor, gerçek bir mucize.


Bunca zaman meğerse hamilelik süreciyle, bebeklerle hiç ilgilenmemişim, sanki bu dünyada tek benim başıma gelen birşeymiş gibi şaşıp duruyorum.


İnternet zaten dipsiz bir deniz, doğum videolarına bakıyorum ara ara, dehşete düşüyorum. Bazen bir kaç yazı okuyorum bilgi sahibi olayım diye. Ama bunların hepsinin yanısıra aslında bu devirdeki bir çok anne adayına göre çok daha az araştırıyorum. Bana kalsa lıkır lıkır kahvemi de içerim, saçımı da boyatır dururum. Şu toplum baskısı var ya, işte o fena bir şey :)


Valla en rahatı annem, saçımı boyatmamama inanamıyor (1 defa boyattım bu arada), ananemse sürekli önüme demli demli çaylar koyuyor. "Aaaa içmemek lazım, ben almiyim" dedikçe de anlamıyor ve "deli misin, ne var ben 2 tane doğurdum bir elimde çay, bir elimde sigara ile" diyor. Bu arada da seyahate gitme girişiminde bulunsam "ölümü cenazemi gör" tadında korku cümleleri savuruyor bu kişiler. Ben anlamadım bu işin doğrusu ne, neyse vazgeçtim en iyisi bu sürecin tadını çıkarayım...