28 Nisan 2010 Çarşamba

İlişki Fazlalıkları


Yeni yeni büyümeye başladığım ve annemle gezdiğimiz günlerin birinde bir kadın ile karşılaşmıştık.

Annem ve kadın birbirine sarılmış ve hararetli bir sohbete girmişlerdi. Onlar ayrıldıktan sonra, annem, bu kadının üniversitede yakın arkadaşı olduğunu, aynı arkadaş grubu içinde yer aldıklarını, beraber gezdiklerini anlatmıştı. Yıllardır görüşmediklerini, bağlantılarının koptuğunu da eklemişti.

O zaman bu olayı çok yadırgamış, "annem de çok vefasızmış, insan hiç arkadaşlarıyla kopar mı, ben böyle yapmayacağım, ilişkilerimi sürdüreceğim" demiştim.

Aradan yıllar geçti, okul yaşamımda güzel dostluklarım oldu. Dostlarımın yanısıra aynı ortamda bulunduğum arkadaşlarım da oldu, her cuma okul çıkışında beraber "Pano" ya gittiğim, koyu sohbetlerin döndüğü, hep görüşeceğimi sandığım arkadaşlarım.

Gün geldi iş yaşamlarımız başladı, evlilikler başladı, hatta çocuklar doğdu ve ben bir baktım ki "arkadaş" larımla bilinçli olarak artık görüşmez veya çok az görüşür olmuşum.

Sanıyordum ki tüm hayatlarımız birlikte geçecek, hep birlikte gezeceğiz. Ama gerçek dünya böyle değilmiş, öğrendim.

Gerçi devir değişti, artık Facebook var, istesek de kopmak çok zor ama paylaşımlar azaldı, ortak zamanlar yaratmak imkansızlaştı.

Vakit ayırılması gereken konular arttı ve ben farkına vara vara, bu arkadaşlarımdan uzaklaştığımı farkederek uzaklaştım, pişman değilim çünkü tüm ilişkileri taşıyacak gücüm yok, çünkü yıllar geçtikçe farklı çevrelerde yeni ilişkilerim de oluyor.

"Dost" dediklerim halen hayatımda yer alıyor ve biliyorum ki kopmayacağız, çünkü bir eleme yapmışım kafamda ve geri kalanlara ayıracak zamanım hep var.

Bugün, hayali kadehimi dostluğa kaldırıyorum.

25 Nisan 2010 Pazar

Yeni Zamanlar


Bahar geldi, önümüz yaz.

Doğa yeniden doğuyor, laleler açtı, erguvanlar açmıştır heralde (ne zamandır görmedim Boğaz'ı).

Güneş pırıl pırıl, hava mis gibi, çimenler yemyeşil, deniz ışıl ışıl.

Ağaçlarda beyaz çiçekler, duru bir gökyüzü.

Yılın en güzel günleri.

Yaz hazırlıkları başladı: serinletici yaz içkisi reklamları, erken rezervasyon fırsatları, yazlık mekan tanıtımları, satışa çıkan açık ayakkabılar, askılı bluzlar, bikiniler.

Her yıl baharın gelişini Kalpazankaya'ya giderek kutlarız, yaza da yine Kalpazankaya'da veda ederiz.

Kalpazankaya Restoran'da yemek yeriz önce uzun uzun, sonra da kayanın tepesine çıkıp i-pod eşliğinde denize bakar, sohbet eder, oturur otururuz.

Çok özeldir benim için orada geçen anlar, en sevdiğim yerlerden biridir bu dünya üzerinde.

Bu yıl baharın gelişini farklı bir şekilde kutladık, Kalpazankaya biraz beklesin :)

Siz de kutlayın baharın gelişini; kendi mutluluklarınızla kutlayın.

Sonra yaz olsun ama zaman yavaş geçsin, tadını çıkaralım, mutlu olalım.

Yaşasın yeni zamanlar...

22 Nisan 2010 Perşembe

Fi Tarihindeki İznik Gezisi


"İznik'e kim gider ki tatile ?" demiştim, eşimin İznik'e gitme önerisini duyunca.

Kendisi zamanında kalabalık bir arkadaş grubu ile gitmiş ve öyle güzel bir tatil geçirmiş ki, bir kurban bayramında tutturdu İznik'e gidelim diye.

Araştırmacı kişiliğimi ortaya çıkararak hemen bir inceleme yaptım İznik hakkında.

Bir baktım, kasabada görülmesi gereken bir sürü tarihi eser var, Roma hamamı mı desen, antik tiyatro mu desen, obelisk mi desen, ne ararsan var.

Kafamda küçük bir Roma canlandı, heyecan fırtınasına tutuldum daha gitmeden. Yaşasın dedim, Avrupa'ya gidemedik ama megersem ülkemizde bir Roma varmış

Sene 2007, aylardan Aralık, yanımıza kafa dengi 2 arkadaşımızı aldık, oralarda bulamayız falan diye bagaja şarapları yükledik, çıktık yola.

Kısa sürede İznik'e ulaştık. İznik gölü kıyısında yer alan yörenin en güzel oteline yerleştik ve hemen keşif turuna çıktık.

Bayramın 1.günündeyiz. Önce tarihi eserleri gezelim dedik, motiveyiz ya.
Tabi ilk anda hayal kırıklığı başladı, antik tiyatro desen, yazık birkaç kalıntıdan ibaret. Obelisk ise tarlaların arasında kuş uçmaz kervan geçmez bir noktada, terkedilmiş bir çubuk
Neyse dedik bari yemek yiyelim. Oranın en meşhur et restoranı "İmren" ne yazık ki bayramın ilk günü nedeniyle kapalıydı. Sokaklar ise bomboştu, tüm halk ev ziyaretlerinde veya evlerin arka bahçesinde kurban kesiyordu, içimiz kalktı.

O kadar terkedilmiş bir hali vardı ki İznik'in, aynı gece Bursa'ya gitmeyi bile düşündük.
Sonunda çaresizlik içinde odalarımıza çıkıp kendimizi şarapla avutup delice sarhoş olduk.
O sarhoş kafayla otelin restoranında yayın balıklarımızı mideye indirince keyfimiz yerine gelir gibi oldu, neyse dedik bari bir gece kalalım.

Ertesi sabah ise harika başladı, göl o kadar dingin, hava o kadar berraktı ki, otelin sahiplerinin bisikletlerine atlayıp göl kıyısında gezintiye çıktık. İznik gölü çok özel bir göl bence, sonsuz bir dinginliği var, küçük dalgalar renk renk ışıklandırıyor gölü.

Bir önceki gün kapalı olan İmren Restoran, bayramın 2.günü açılmıştı, kendimizi öğle yemeğini yemek için restorana attık. Orada yediğim nefis ızgara pirzolaların, köftelerin tadı hala damağında. Tatlı olarak sunulan ekmek kadafının üzerindeki kaymak, kadayıfın kendisi kadardı. Öyle bir yedik ki , mide fesatına uğrayacaktık az kalsın. Sadece o yemek için bile İznik'e gidilir, ben böyle lezzet görmedim.

Öğleden sonra hamamları ve diğer tarihi eserleri gezdik, çinilerin yapıldığı atölyelere girip çıktık, bu kez çok keyif aldık, neşe içinde İznik sokaklarında dolandık, birçok anlamsız takı satın aldık.

Tatil boyunca her boş anımızda soluğu göl kıyısında aldım, göle taş attım, sonsuz dinginliği içime çektim, doğa ile kucaklaştım :)
Getirdiğimiz tüm şarapları mideye indirip yarı sarhoş olarak akşamları rakı-balık yedim.
Dönüşte Bursa üzerinden İstanbul'a ulaştık. İznik-Bursa yolu sağlı sollu ağaçlarla çevrili cennet gibi bir yol, dinlediğimiz harika müziklerle o yoldan geçişimiz dün gibi aklımda.

Başta facia ile başlayan İznik gezisi, hayatımın en hoş tatillerinden biri olarak aklımda kaldı, umarım yolum bir gün yine oralara düşer.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Mutluluk Çıpaları


Bir eğitimde dinlemiş ve aklımın bir köşesine kazımıştım.

Hepimizin gergin ve stresli olduğu zamanlarımız var ne yazık ki. İşte böyle gerginlik anlarında, ortamdan uzaklaşmak ve stresi üzerimizden atmak için, bir "mutluluk çıpası" atıyoruz beynimizin içinde.

Mutlu olduğumuz bir anı düşünüp, o ana, o anda hissettiklerimize odaklanıyor ve o anı yeniden yaşayarak üzerimizdeki mutsuzluğu "hooop" atıveriyoruz.

Küçücük bir koydayım, kumsala minik dalgalar vuruyor, arkamda yüksek dağlar, önümde masmavi bir deniz var. Havlum kumların üzerinde yatıyor. Normalde şezlong olmadan kumda yatmayı hiç sevmem ama o gün çok seviyorum. Suya ayaklarımı sokuyorum, serin serin. Saat akşamüzeri 17:30, aylardan Temmuz, hangi gün olduğu önemli değil, tatildeyim ve bütün günler benim için aynı. O küçücük kumsalın bir ucundan diğer ucuna yürüyorum ayaklarımı suya sokarak. Kumsalda yalnızım, kimsecikler yok.

Her şeyi geride bırakıyorum, günlük yaşamın koşturmacasından, sevdiğim ve sevmediğim tüm insanlardan uzaklaşıyorum. Ohh mis gibi, canlanıyorum.

İşte benim en büyük mutluluk çıpam bu.
Tüm bu çıpanın yanısıra her daim hatırlamaya çalışıyorum: "Mutluluk, mutlu olmak isteyenindir"

13 Nisan 2010 Salı

Bağdat Caddesi- Nam'ı Değer "Cadde"


5 yaşındayken Teşvikiye'den Göztepe'ye taşınmışız. O gün bugündür yarıçapı 500 metre olan bir alana yayılmış çeşitli evlerde yaşamım geçti.

Bu durum beni hem üzüyor (farklı şehirlerde yaşamış arkadaşlarıma özeniyorum), hem de mutlu ediyor (aynı yerde doğup büyüyünce çocukluktan beri kurulan dostluklar kopmuyor).

Malumunuz, bu semtlerin Bağdat Caddesi dolaylarında olması nedeniyle tüm gençlik yıllarım Cadde'de geçti. Hiçbir zaman "Caddeci gençlik" diye nitelendirilen tarz bir kişi olmasam da, Cadde'yi hep sevdim, hala da severim. Anadolu Yakası'nda Cadde ve Sahil ikilisinden başka gidecek bir yer yok benim gözümde. Bu nedenle karşıya geçmiyorsam, ya Cadde'deyim, ya da Sahil'de.

Cadde ile ilgili ilk anılarım Kristal Büfe'de başlıyor. Ananemle gittiğimiz Kristal Büfe'nin nefis hamburgerlerinin tadı hala aklımdadır. Şimdi orası Starbucks oldu ve full'ün full'ü şeklinde.

Şaşkınbakkal'da şimdi sahte parfümler satan dükkan ise, eskiden çocuk kıyafetlerimizi satın aldığımız yerdi (adını unuttum ne yazık ki).

İlk defa 15 yaşındayken Cadde'ye yalnız başıma inmiştim. Annem biraz disiplinli olduğu için, o yaşa kadar kendi başıma gezemezdim.

Lise yıllarında benim için en star kafe, Erenköy'deki "Cafe Kikka" idi. Henüz bizim için yeni bir kavram olan Capuccino ile orada tanışmıştım. Tabi Cadde'nin temel direklerinden olan Cafe Cadde'yi de unutmamak gerekir.

Şaşkınbakkal Mc Donald's açılınca ne kadar da sevinmiştik.

Üniversite'nin ilk yıllarında ise en çok takıldığımız mekan Schlotsky's idi. Kırıntı'nın açılışı ise bizi bayağı heyecanlandırmıştı.

Sonraki dönemlerde cins cins kafeler ve restoranlar ardı ardına açıldı, kimileri kapandı, kimileri ise hala yaşıyor.

Şu anda Cadde'de yok yok. En son Kicthenette'in açılacağını gördüm. Bu arada her mekanda boy gösteren restoran zincirlerinden çok hoşlanmasam da yine de gidiyorum ve her dönemde Cadde'yi seviyorum.

12 Nisan 2010 Pazartesi

Evde Yaşam


Evde oturmaya alışkın değilim.

7 senedir çalışıyorum (yuhh 7 sene oldu mu?? rezalet!!), haftasonları çoğunlukla dışarıda oluyorum. Daha öncesinde, üniversiteye giderken de ya okuldaydım, ya da gezmede.

Evde boş durmayı pek sevmem, televizyon izlemeyi de sevmem, yalnızca seçtiğim filmleri izlemeyi severim. Evdeyken kitap okumayı ve internette gezmeyi de severim. Ama hepsi o kadar.

Son 1,5 aydır ise evdeyim. Özellikle son 20 gündür çoğu zamanımı evde geçiriyorum.

Bebekle ilgilenmek tabi ki zaman alıyor, ama boş kalan zamanlarımda da ne yalan söyleyeyim biraz sıkılıyorum.

Ev kadınları için sanırım televizyon çok önemli bir araç. Her gün aynı program silsilesi ardı ardına oynuyor. İlk günlerde pek takılmadım ama geçen zamanla beraber göz aşinalığı kazandım. Saate hiç bakmasam da, TV'deki programların akışından saatin kaç olduğunu anlar oldum.

** Sabah saatleri, öğretici bir programla başlıyor: Doktorum

Son dönemde ev hanımların favorisi olan bu programda her gün bir hastalık tartışılıyor. Canlı yayına gelen birkaç doktor bu hastalık hakkında halka bilgi veriyor ve konukların telefonla katılıp dertlerine derman bulmalarını sağlıyorlar. Örneğin geçenlerde "Gaz sancısı neden olur?" konusu tartışıldı. Bu programı anneannem ve kayınvaldem çok seviyor.

** Öğle saatlerinde çok korkunç bir yayın başlıyor: Zuhal Topal ile izdivaç.

Bu programda bir kadın, çeşitli adaylar arasında kendine koca seçmeye çalışıyor, juriden yardım istiyor. Gerçekten berbat bir konsept. Bu programı bizim eve gelen yardımcımız seviyor. Tabi arada ben de izliyorum.

** Akşamüstü ise benim favorim başlıyor: Yemekteyiz.

Sanırım herkes biliyordur bu programı. Eskiden tiksinirdim, şimdi ise heyecanla bekler oldum. Tamam korkunç olduğunu kabul ediyorum ama boş bakmak için ideal bir yayın.

TV izlemeyi sevmesem de arada bu programlara göz atıyorum. Geri kalan zamanımda ise uyuyorum, kitap okumaya çalışıyorum ve tabi internette geziyorum.

Tabi arada dışarı da çıkıyorum, haksızlık etmeyeyim.

Sonuçta şu şekilde düşünüyorum: İşe gitmek candır :)

10 Nisan 2010 Cumartesi

Bir Şeyleri Kaçıracağını Sanmak




Kötü bir özelliğim var, belki de çok kötü bir özellik değil ama beni huzursuz eden bir özellik.

Farkettiğim zamandan beri düzeltmeye çalışıyorum, henüz tam olarak başaramasam da oldukça ilerleme kaydettiğimi düşünüyorum.

İçimde öyle bir heyecan var ki hayata karşı, yapmak istediğim hiçbir şeyi kaçırmak istemiyorum.
Bazen de kendimi mecbur hissettiğim için bir şeyleri yapmam gerektiğini düşünüyorum.
Her durumda, kafama koyduğum bir şeyi yapamayınca huzursuz oluyorum.
İstanbul Film Festivali mi başladı, mutlaka bu festivalden beğendiğim birkaç filme gitmem gerektiğini düşünüyorum. Gidemezsem üzülüyorum.
Yeni bir restoran mı açıldı, eğer ilgimi çekiyorsa en kısa sürede orada bir yemek yemek istiyorum.
Ya da uzun süredir görmediğim bir arkadaşım mı var, onunla buluşmam gerektiğini düşünüp plan yapmaya başlıyorum.
Boş zamanlarımı serbest bırakıp, gelişigüzel yaşamaya olanak sağlamıyorum. İllaki bir plan, illaki bir program olması gerekiyor kafamda.
Cuma sabahı itibariyle haftasonu için bir planım yoksa rahatsızlık duyuyorum. Kendimi olayların akışına bırakmıyorum. Yazarken, bunun çok yorucu olduğunu farkettim.
İşin ilginç tarafı, tesadüfen plan yapmadığım zamanlarım en güzel geçen zamanlar oluyor.

Demek ki aslında bu planlar, gereklilikler beni yoruyor.
Zaten yormasa da farketmez, bir süre boyunca çok heyecanlı planlar yapamayacağım :)
Bu durumda, bu huyumu bir kenara bırakıp hayatın akışı ile sürüklenmekte fayda var :)

5 Nisan 2010 Pazartesi

Mim: Yaratıcı Blogger Ödülü


Bu son günlerde, malum durumlarımdan ötürü yazı yazmaya pek konsantre olamıyorum.

Yeni doğan bebekler için "günde 16-18 saat uyurlar" denir ya, ben de o vesileyle sanıyordum ki çok boş vaktim kalacak :)

İşin aslı tam öyle değilmiş: Yeni doğan bebekler bayağı çok uyuyor bu doğru, ancak uykuları kesintili olduğu için geceleri uykusuz kalıyorum, gündüzleri de boş zaman bulursam 1-2 saat kestirmek istiyorum. Sonuçta son günlerde blog'uma konsantre olup pek bir şey yazamadım, tabi sevgili Sinem'in mim'ine de geç cevap vermiş durumdayım.


Öncelikle beni ödüllendirmiş olan Sanat Notları blog'unun sahibi sevgili Sinem'e çok teşekkür ederim, sizlerin sayesinde mim'leniyorum, çok hoşuma gidiyor.


Bilemiyorum ilginç mi ama kendimle ilgili 7 ilginç olabilecek şeyi aşağıda sıralıyorum:


1- Okuduğum her türlü yazıda, "bile" anlamına gelen "de" ve "da" bağlaçlarının ayrı yazılıp yazılmadığını kontrol ederim. ("Kalemini de getir" ifadesinde olduğu gibi)

2- İnsanları kırmayı hiç istemem ama bazen öyle bir sinirlenirim ki, böyle içimden bir ateş yükselir kalbime doğru ve o zamanlarda kontrolümü kaybederim.

3- Uykumda dişlerimi gıcırdatırım.

4- Kar topu oynamayı hiç sevmem, nedeni de kar toplarının kıyafetimin içinden vücuduma kaçması ve üşüme korkusu yaşamamdır.

5- Deniz analarından tiksinirim, asla deniz anaları olan bir denizde yüzemem.

6- Okuduğum kitaplarda geçen hayatı gözümde canlandırır, o hayatın bir parçası olarak kitabı yaşarım, bu nedenle de kah üzülür, kah sevinirim.

7- Gençlik yıllarımda genelde platonik aşklar yaşamışımdır. Beni seveni sevmemişimdir, beni sevmeyeni sevmişimdir.

Başka bir mim'de görüşmek üzere sevgili blog arkadaşlarım...