24 Mayıs 2010 Pazartesi

Marc Levy- Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey




Marc Levy, Fransa'da en çok satan yazarlar arasında yer alıyor. Kendisine bir şans vereyim, yeni bir yazar tanırım belki diye düşünerek bu kitabı aldım.

Kitap, babası ile sorunları olan, hatta ilişkileri neredeyse kopmuş olan bir kızın, babasının ölümünden sonra ilişkilerini bir şekilde irdelemesiyle başlıyor.

Baba-kız ilişkilerini, problemlerini, çatışmalarını okuyacağımı düşünerek başladım ama sayfalarda ilerledikçe bambaşka bir noktaya gitti kitap.

Bir yanda kızın geç de olsa babasını anlamayı denemesi, diğer yanda geçmişine yönelik sırların ortaya çıkması ile devam etti.

Kitabı okudukça heyecanım ve sonunda ne olacağını tahmin etme çabalarım arttı.
Klişe olacak ama sade ve akıcı bir dili var kitabın.
Fazla detaya girmeyeceğim, süpriz olsun, okumanızı tavsiye ederim.
Bu sayede Marc Levy'nin diğer kitaplarını da aldım, sırayla okuyacağım.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Kötü Biri


Kötü biri o, içinde kötülük var.
Atsam atamam satsam satamam, hep hayatımda olması gereken ama kendimi ona karşı korumam gereken biri.
İmrenmek tam olarak kötü bir his değildir, imrendiğin kişinin iyiliğini de istersin bir yandan. Kendin yapamasan da, kendin gezemesen de sevdiğin birinin mutluluğuna imrensen de onun iyiliğini istersin ve onun mutluluğu ile mutlu olursun.
Ama kötü niyetli isen, o zaman haset edersin başkalarının mutluluğuna.
Sahip olduklarını görmezden gelip başkalarının sahip olduklarını kıskanırsın, kötü hisler beslersin. Kötü dilekler dilersin başkaları adına, onların mutsuzluğuna sevinirsin.
İşte benim tanıdığım da böyle biri.
Kendisi açısından çok üzücü, bu hislerle huzurlu bir yaşam süremez ne yazık ki, acınası bir halde.
En azından tanıyorum onu, kendisinden fiziksel olarak uzak duramasam da mümkün olduğunca uzak durmaya çalışacağım onun negatif enerjisinden, kötü hislerinden.
Umarım başarabilirim.

20 Mayıs 2010 Perşembe

Havadan Değilmiş


Sabah iç sıkıntısıyla uyanıp hemen havayı suçladım. Havanın kasveti nedeniyle huysuzum, umutsuzum dedim kendi kendime. Ama güneş açtı bana nispet yaparcasına, benim içimse hala umutsuz, huzursuz.

Çok sıkılıyorum bugün, kendimi eğleyecek işler bile bulamıyorum, sanki geleceğe dair bütün umutlarım tükenmiş gibi.

Biliyorum gerçek değil, biliyorum geçecek, yarın iyi bir gün olacak ama bugünü sevmedim işte, hiç sevmedim. İçtiğim taze kahve bile keyif vermedi bugün.
Aklımda Levent Yüksel'in ilk şarkılarından biri:
Gül güneşler doğsun haydi
Bugün iyi bir gün olmalı
Yol ver ürkek sevinçlerine
Bir şans tanı bugün kendine
Yarın iyi bir gün olmalı

14 Mayıs 2010 Cuma

Bonne Chance Pınar Şekerim


Bundan 1 sene önce can dostumu Fransa'lara gelin gönderip içim burkulmuştu. Yaşadığı mutsuz günlerden ve hayal kırıklığından sonra derin bir mutluluğa sahip olduğu için sevinmiş, Fransa'ya gitmesini bağrıma taş basarak neşeyle karşılamıştım.

Fransa dediğin nedir ki, şurası, yakın yer. Gelip gidiyor neyse ki. Her geldiğinde şenliğim oluyor, en derin sohbetlere girmek, en yeni mekanları gezdirmek istiyorum ona.
Gurbette olmak zor, orada yaşarken buraya geleceği zamanı hayal ediyor, buraya tatile gelince oradaki hayatın kolaylığını hatırlıyor.
Gelince sanki hiç gitmemiş gibi, dönünce sanki hiç gelmemiş gibi ...
Kesin dönüş hayalleri kuruyorlar yurtdışındaki bir çok Türk gibi.

Bugün de bir başka can şeker dostumu Amerika'lara uğurladık, New York gibi bir şehire taşındığı için mutlu mutlu bindi gitti uçağa.

Telefonla, internetle sürdüreceğiz dostluğumuzu, gözlerim yollarda bekleyerek ve alışarak.
İçim bir parça buruk, bir parça daha eksik.
Bakalım ne zaman olacak kesin dönüşler ve yeniden kavuşmalar.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

Eski Dostum Harry Potter


İlk kitabı o zamanlar 10 yaşında olan kuzenimin kitaplığından alıp okumuştum.

Ardından, o tarihte yayınlanmış olan 3 kitabını peşpeşe okudum.

Sonraları, çıktıkça bütün kitaplarını okudum.

O ne güzel bir dünya, ne güzel maceralardı.

Okuduğum her satırda o dünyayı yaşadım ben.

Hogwarts'ı hayalimde canlandırıp gerçeğe dönüştürdüm. Ron ve Hermione benim dostlarım oldular. Geceleri okulun koridolarında görünmezlik pelerini ile ben de sizinle gezdim.

Ben de bir dönem Snape'e güvendim, Ruh Emiciler benim de ruhumu emdiler, Draco Malfoy ile ben de kavga ettim, "Adı Anılmaması Gereken Kişi" yaklaşınca benim de yara izim acıdı. Profesör Dumbeldore'un ölümüne inanamadım, şişko Dudley ile ben de dalga geçtim. Sirius Black'e yönelik suçlamalar beni de üzdü.

Her anınız beni büyüledi, öyle sevdim ki sizi , balık hafızam unutmadı sizleri, Hogwarts ekspresine binip oralara gelesim var, Gryffindor'un girişindeki Şişman Kadın portresine şifremizi söyleyip yanınızda uyuyasım var.

Harry Potter ve onun dünyası bugün bile gözümün önünde.

Hiç bitmese, hep devam etseydi Harry Potter kitapları. Bugün aniden aklıma geldiniz dostlarım, sizleri seviyorum.

9 Mayıs 2010 Pazar

Hep Gördüğüm Rüya


Yıllardır aralıklı olarak gördüğüm bir rüya bu...

Çok önemli bir sınavım var, okula gitmem gerekiyor ama sürekli bir şeyler oluyor ve gidemiyorum.

Gitmeye çalışıyorum, yola çıkıyorum, asansörü kaçırıyorum, merdivenlerden ineyim diyorum, katlar çoğaldıkça çoğalıyor, dolmuşa biniyorum, trafik akmıyor, iniyorum, yürüyorum. Akşam üstü oluyor, bir türlü ulaşamıyorum, geç kalıyorum, stresten elim ayağım titriyor, uyanıyorum.

Neden sürekli bu kabusu görüyorum?

Geç kalmayı hiç sevmiyorum, her yere vaktinde varmak istiyorum, sürekli bekletiliyorum. Beklemekten sıkılmıyorum, beklediğim zaman yeterince sert tepki vermediğimden olsa gerek, herkes beni bekletebiliyor. Geç kalacağım zaman stres oluyorum, geç kalma nedenim bir başka kişiyse ona çıkışıyorum.

Hayat kısa, geç kalsam ne olur, ne önemi var, bırak hayat yavaş yavaş aksın.

7 Mayıs 2010 Cuma

Büyümek


Nasıl de iğreti duruyordu, o yüksek topuklu son moda ayakkabıların üzerinde.
Belli ki ilk kez böyle bir ayakkabısı olacaktı. Annesi ile gözgöze geldi ve ekledi "Anne, ben bunların üzerinde nasıl yürüyeceğim?"

14-15 yaşlarındaydı yani hayatının en tanımsız döneminde. Ne çocuktu, ne de genç kız.

Gözlerine baktım, öylesine masumdu ki.
Biliyorum ki çok güzel bir genç kız olacak. Topuklu ayakkabıların üzerinde upuzun bacakları ile yürümeye çalışıyor. Dişlerinde tel var evet, çok biçimsiz bir yüzü var, ama inanıyorum ki çok güzel olacak, umarım o pırıl pırıl saçlarını boyatmaz azıcık kendine güveni gelince.

Umarım o saçları hep öyle sağlıklı kalır.
Geçen gün bir ayakkabı mağazasında gördüğüm genç kızdan bahsediyorum.
Annesi ile 8.sınıf mezuniyet töreni için kıyafet-ayakkabı arayışı içine girmiş.
Aklıma kendi ortaokul mezuniyetim geldi.
Hani ne çocuk, ne büyük olduğunuz o anlamsız yıllar var ya.
Hemen açıp resimlerimize baktım. Hepimiz nasıl da çirkiniz, nasıl da biçimsisiz.
O yıllarda güzel olan çok az kişi tanıyorum. Henüz yüzlerimiz oturmamış. Büyümek istiyorum ama "Aaa ne kadar büyümüşsün, genç kız olmuşsun" dediklerinde utancımdan yerin dibine giriyorum. Makyaj yapmak istiyorum ama dikkat çeker diye utanıyorum, yapamıyorum.
Kaşlarım kalın görünüyor gözüme, aldırmak istiyorum ama çekiniyorum.
Tüm bunları düşünürken bir de bakıyorum ki yıllar geçmiş ve artık ne yapsam doğal karşılanıyor, artık büyümüşüm.

5 Mayıs 2010 Çarşamba

Benim Tatilim


İlk gün, çok kısa sürse de bir yabancılık çekiyorum. Özellikle de henüz güneş yüzü görmemişsem ve çevremde bronz tipler varsa üzerimdeki çıkarıp bikini ile kalınca kendimi ortam dışı hissediyorum ama 15 adakika içinde bu hissim geçiyor.

İkinci günden itibaren yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyor düşüncelerim, ilerleyen günlerde düşünemez oluyorum, beynim bomboş kalıyor. Tek derdim ne yiyeceğim, ne içeceğim, ne okuyacağım ve ne dinleyeceğim oluyor.

Tatilden bahsediyorum.

Deniz tatillerinde, bir önceki gece geç de yatmış olsam vakitlice kalkmayı severim.
Kahvaltı sonrasında kendimi plaja atıp bütün bir gün boyunca yatarım.

Sabahları 11:00 dolaylarında mutlaka bir türk kahvesi içerim, özellikle Penguen, Leman gibi dergileri okurum.

Arada denize girer çıkarım, getirdiğim tatil kitabımı okurum, şezlonga söylenen çizburger ve o tarz şişmanlatıcı öğle yemeğimi yerim, i-pod dinlerim, denize ve iskeledekilere bakarım ve sürekli yatarım. Arada eşimle veya varsa arkadaşlarımla konuşurum.
Aktivite yapmayı hiç sevmem, mümkünse yerimden sadece denize girmek için kalkarım. İçim yanınca ice tea içmeyi severim.

Akşamüstleri ya bir bira içerim, ya da güzel bir alköllü kokteyl.

Günün son saatlerine kadar şezlongumdan kalkmam, artık akşam olduğunu farkedip yerimden kalkar odaya atarım kendimi.

Her gün bu rutinle geçer ama hiç sıkılmam.

Tatili özledim ben!!!!!

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Elimizdekinin Kıymetini Bilmek


Bunca yıldır dilediğimce uyurdum. İstediğim saatte yatar, genelde de uykumu alarak kalkardım.

Ohh ne güzel, kesintisiz uyurdum. Meğersem gün gelecekmiş uykuya hasret kalacakmışım.

Elimizdekilerin değerini onu kaybedince anlıyoruz gerçekten. Nereden bilirdim uykunun bu kadar kıymetli olduğunu.

Ah ahh kimbilir ne zaman şöyle kesintisiz 8 saat uyuyacağım :)
Tamam mutluyum, ne yapayım bu da geçici bir süreç, gün gelecek bitecek ama benim gibi uyku düşkünü bir insana müstahak mıdır bu ey dostlar?

Kesintisiz uykular dilerim hepinize