Çocukluğumda yılbaşı gecelerimiz çok hareketli geçerdi. Yılbaşı öncesinde mutlaka çam ağacımızı süslerdik. O zamanlar devasa olduğunu düşündüğüm ağaç, muhtemelen ancak benim belime geliyordur. Hani çocukken çukurlar çok derin, yokuşlar çok eğimli, oda çok büyük gelir ya, onun gibi... Bir de kar konseptini yansıtsın diye kardeşimle ağacın üzerine pamuk serpiştirirdik.
O yıllarda ülkemizde şimdiki gibi çam süsleri çeşitliliği yoktu, 3-5 tane dandik yuvarlağı ağaca asardık ve tabi ki rengarenk ışıkları da akşamları yakardık.
Yılbaşı gecelerinde tüm aile bizde toplanır, günler öncesinden hazırlanmaya başlanan nefis yiyecekleri yiyerek geceye başlardık. Ardından TV'de dansöz gösterisi gibi bir takım programlar izlenir ve mutlaka maytap patlatılırdı. Muhtemelen büyükler rakı içerdi, çocuklarsa salonda koşar dururdu. Çok güzel geçerdi yılbaşı akşamları.
Ergenlik çağına girdiğimiz yıllarda ise babamın vefatı sonrasında, annem bir daha evde yılbaşı kutlaması yapmadı ve yılbaşlarımız sönük geçmeye başladı. Yılbaşının gelişi benim için bir sevinç kaynağı olmaktan çıktı, sıradan bir güne dönüştü.
Kendi başıma program yapabilecek duruma geldikten sonra kimi zaman arkadaşlarımla yılbaşı partisi yaptık, Taksim'e gittik, otel partilerine katıldık, ancak hiçbir zaman çocukluğumdaki gibi eğlenemedim ve yılbaşını kutlamayı sevmedim.
Hala da sevmiyorum: şaşaalı partiler, otellerde yalandan 1-2 sanatçının çıktığı ezişmeli geceler, korkunç bir kalabalığın içinde bir barda eğlenmeye çalışmak gibi kavramlar çok itici geliyor artık bana.
Yılbaşı geceleri tek sevdiğim şey, arkadaşlarım veya ailemle bir ev ortamında bulunmak ve neredeyse sıradan bir gece yaşamak yönünde.
Eskiden içimde batıl bir inanç vardı, yılbaşı gecesi nasıl geçerse onu takip eden sene de öyle geçer diye düşünürdüm. Artık bu inanç da kayboldu. Yılbaşı baskısı ortadan kalktı.
Bu yıl gelen teklifleri reddettik, eşimle evde oturacağız, güzel yiyecekler yiyip film izleyeceğiz, belki biraz müzik dinleriz, ohhh ne mutlu, ne güzel.